
Edebiyat tarihine damgasını vurmuş ünlü yazarlar yazma rutinleri konusunda farklı alışkanlıklara sahiplerdi. Kimileri sabah yazmayı severdi, kimileri gecenin bir yarısı uyanıp yazardı. Ama önemli olan düzenli yazmaktı; yeteneklerini sistemli bir şekilde kullanarak kendilerini geliştirdikleri için şu an onları tanıyoruz. Acaba kim nasıl yazmayı tercih ediyordu?
Agatha Christie
Dislektik olmasına rağmen öykü, roman okumayı çok seven Agatha Christie, otobiyografisinde gayet mütevazi bir şekilde ilk on kitabından sonra bile kendini yazar olarak görmediğini söylüyor. Mesleğini, formlarda “evli kadın” olarak dolduran İngiliz yazar, belli ki gizemden hoşlanıyordu. Yaratıcılığını artırmak için sıkça seyahat eden Christie’nin “Şark Ekspresinde Cinayet”, “Bağdat’a Geldiler” gibi romanlarında Orta Doğu’dan esinlendiği de biliniyor. Yaşadıklarından aldığı ilham, romanlarında sıklıkla görülüyor.
Evlendikten sonra kaleme aldığı kitapları nasıl yazdığını hatırlamamakla beraber, yazmak için bir odası olmadığını, evin herhangi bir köşesinde, hatta bir lavabonun yanında bile yazabileceğini, ihtiyacı olan tek şeyin sabit bir masa ve daktilo olduğunu söylüyor. Ancak Christie’nin arkadaşları, onu daha önce hiç yazarken görmediklerini ve aslında her koşulda rahatça yazamadığını iddia ediyorlar. Söylediklerine göre insanlardan uzaklaştığında ve bölünmeyeceğinden emin olduğunda saatlerce yazıp, yazdıklarının içinde kayboluyordu.
Sylvia Plath
On bir yaşından intiharına kadar tuttuğu günlüklerde Plath her zaman, sabit bir yazma rutini oluşturamamasından bahsediyor. Ancak kocası Ted Hughes’dan ayrıldıktan sonra kendisine bir düzen oluşturdu. Uyuyabilmek için sakinleştirici içen Plath, ilaçlar etkisini sabah beş civarında yitirdiğinde uyanır ve çocukları uyanana kadar yazardı. En çok bilinen “Ariel ve Seçme Şiirler” kitabı, 1962 sonbaharında 2 ay boyunca bu rutine sadık kaldığında ortaya çıktı.
Honore De Balzac
Balzac’ın rutini oldukça acımasızca… Akşam altıda hafif bir akşam yemeği yiyip gece bire kadar uyur ve uyandığında saat sekize kadar ara vermeden yazardı. Saat sabah sekiz olduğunda bir buçuk saat kadar şekerleme yapıp dokuz buçuk ve dört arasında yazmayı sürdürürdü. Yazması bittikten sonra yürüyüşe çıkar, duş alır ve misafirlerini kabul ederdi. Yazarken bolca kahve tüketirdi. Öyle ki elli bardak kadar kahve içtiği söyleniyor. Kendisi de bu acımasız rutinin farkında olarak: “Yaşamıyorum, kendimi korkunç bir şekilde yıpratıyorum ama ister işten öleyim, ister başka bir şey, hepsi aynı.” diyor.


Charles Dickens
Dickens çok üretken bir yazar. On beş roman yazdı ve bu romanlardan onu, sekiz yüz sayfadan fazlaydı. Sayısız makale, mektup ve oyun da cabası. Ama yazması için gerekli koşullar vardı, en önemlisi sessizlikti. Sessizlik o kadar önemliydi ki evlerinden birine ekstra bir kapı taktırmıştı. Çalışma odasının belirli bir düzeni olması gerekiyordu, çalışma masası pencerenin önünde olmalıydı.
Çalışma masasının üstünde kaz tüyü kalemler, mavi mürekkep, küçük bir vazoda taze çiçekler, büyük bir kağıt bıçağı ve iki adet bronz heykelcik vardı. Çok sıkı bir rutine sahipti. Saat yedide uyanır ve sekizde kahvaltı ederdi. Dokuzda çalışma odasına çekilir ve öğlen ikiye kadar yazardı. Bu şekilde sıradan bir günde iki bin kelime, bazen bunun iki katı yazdığı olurdu.
Yazacak bir şeyi olmasa da rutinine sadık kalır ve çalışma masasının başında düşünür, pencereden dışarı bakar ve kağıda bir şeyler karalardı.
Yazmayı bitirdiğinde üç saatlik bir yürüyüşe çıkar, yazdıkları hakkında düşünürdü. Akşamlarını ise sakin bir şekilde ailesiyle geçirir, saat altıda akşam yemeğini yer ve gece yarısında uyurdu.